Asad Zaman, bugün dünyada en iyi üniversiteler olarak adlandırılan yerlerde ciddi bir ekonomi eğitimi almış bir isim. Pakistanlı. Uzunca bir süredir de İslam iktisadı alanında çalışmalar yapıyor. Alanda genelde sivri, radikal duruşuyla biliniyor. Biraz bu duruşun arka planını anlamak adına da yararlı olacak şekilde İZÜ-İSEFAM’da 10 Ekim 2024 tarihinde gerçekleştirdiği seminerden notları paylaşıyorum sizlerle.
Zaman’ın sunumunun konusu şuydu: Rebuilding the Social Sciences on Islamic Foundations (Sosyal Bilimleri İslami Temeller Üzerinde Yeniden Yapılandırmak). Zaman’a göre temel çatışma noktası hep bilgiydi, hala da öyledir. Bugün Batılı eğitim -üniversite eğitimi özellikle- Aydınlanma eseridir ve sanki bundan önce bilgi adına hiç bir şey olmamış gibi hareket eder. Dolayısıyla buradan neşet eden bilgi üstün görülmektedir, hem de herkes tarafından. Buna karşı zaman zaman alternatif sesler de çıkmamış değildir, tıpkı Bilginin İslamileştirilmesi akımındaki gibi. Lakin bunlar başarılı olamamıştır.[1]
Aslında toplumlar değişince bilgi ve bilime bakış da değişmeli. Örneğin Batı’da bugün ekonomi bilimi denilince kıt kaynak problemi öne çıkarılıyor. Zaman’a göre ise asıl problem bu değil; zenginliğin dengesiz dağılımı. Toplum hakkındaki günümüz temel teorileri de sıkıntılı ona göre. Çünkü bu teori Kapitelistlerin zenginliğe sahip olmasının meşruiyeti üzerine kuruludur.
Batı’nın geçirdiği, onun tabiriyle dini inanç kaybı travması ve Rönesans gibi gelişmelerin ardından sosyal bilimlerin toplumu yeniden yapılandırmanın yolu olarak kullanıldığını belirtiyor Zaman. Buna göre devlet önemli bir aktör olarak öne sürüldü. Artık her şeyi bir Yaratıcı üzerinden açıklamaya gerek yoktu; kanunlar üzerinden açıklanabilirdi. Bu noktada Aydınlanma’nın bazı aksak görüşlerini -örneğin, “Savaşlar dinler yüzünden oldu,” “Metafizik ve ahlak olmadan bilimler oluşturulabilir,” ya da “gözlem ve mantık %100 doğru bilgiyi sağlar” gibi görüşleri- zikreden Zaman, sonucun ise insanın marjinalleştilirmesi olduğunu belirtti. Çünkü insanın ruh tarafı tamamen es geçilir olmuştu. Herkes kendince bir din ya da inaç edinir oldu; ortak, toplumsal bir amaç inşası ise ortadan kayboldu. Devlet bütün ahlakiliğin üzerinde kurgulandı, ara amaçlar olarak ise özgürlük, zenginlik gibi kavramlar benimsendi. Nihayetinde dinin reddiyle yaratıcı, ahiret kavramları ortadan kalktı; zevk ve hazzın peşinden koşma amacı ortaya kondu ve dişe-diş, göze-göz bir rekabet ortamı oluşturuldu.
Oysa, Zaman’ın hatırlattığı gibi, insanın en önemli sorusu hala şudur: Nasıl yaşamalı? Buna bilimlerin cevap vermesi mümkün değildir -zaten pozitivizm bu tarz bir soruya muhatap kılmaz kendini. Amaç daha önceleri karakter oluşturmak için bugün daha somut, materyal amaçlara yönlenilmiş durumdadır. Oysa bugün bile yapılan mutluluk araştırmaları kısa ve uzun dönem mutluluk farkını ortaya koymakta, uzun dönem mutluluğu, kısa dönem maddi şeylerden elde edilen mutluluğun yerine, bizim dilimizle şükür, sabır ve sosyal yaşam gibi daha soyut şeylere atfetmektedir.
Özet olarak, bugünkü ekonomi bilimi teori ve pratik açıdan sıkıntılıdır. Zira temelde odağı insanın yalnızca bir kısmını oluşturan nefs-i emmareye dairdir. Oysa insan bundan çok daha kapsamlıdır. Bu diğer kısımların ise bizi başka teorilere uzandırması gerekir. Yani insan rasyonel bir hayvan değildir ve bu konuda insanı yalnızca zihne indirgeyen Descartes ile başlamak da yanlıştır. Bu noktada Zaman’ın Descartes eleştirisi, şu an okumakta olduğum kitabın yazarı Hickel’in şu eleştirilerine denk gelmiş oldu: “Doğa canlı ve hareketli gibi görünüyor olabilir, ama (F.) Bacon’a[2] göre bu hareket bir makineninki gibi anlaşılmalıdır; karşımızdaki şeyin pompalardan, yaylardan, dişlilerden oluşan sistemlerden bir farkı yoktur. “Bir makine olarak doğa” vizyonunun tutarlı bir felsefe içinde formüle edilmesi ise, yalnızca bir kaç yıl sonra Fransız düşünür Rene Descartes eliyle gerçekleştirilecekti… Zihin ve madde arasında temel bir ikili karşıtlık olduğunu öne sürdü… Descartes bu fikrini kanıtlamak için hayvanları canlı canlı kesip biçmeye başladı (alıntının bunda sonrası oldukça vahşi tasvirler içerdiği için burada kesiyorum).”
Peki amaç nedir, ne yapılmalıdır bu noktada? Amaç, İbn Haldun’un Ulum al Umran’ını örnek almaktır. Bunu örnek alan bir İslam ekonomisini ise şu 3 temel metodolojik ayağa oturtmak lazımdır: Pozitivizm, normativizm ve transformativizm yani dönüştürücülük.
Sonuç olarak, bu aralar metodoloji anlamında kafama takılan şeyleri benzer bir zaviyeden okuyan, hatta ilgilendiğim bazı kişilere dair doğrudan alıntı yapan -İslami psikoloji uzmanı A. Rothman gibi- Zaman’ın sunumu benim açımdan çok destekleyici ve tetikleyici olmuş oldu. Allah razı olsun.
[1] Bilginin İslamileştirilmesi hususuna dair güzel bir eleştiri için bkz. http://ktp.isam.org.tr/pdfdrg/D189725/2005/2005_DAVUDOGLUA.pdf
[2] Oldukça dindar bir Hristiyan olarak bilinen Bacon, batılı bilim Batı’nın en önemli çıkış noktalarından biri olan tümevarımın temellerini Novum Organum’unda atar. İlgililer ayrıca bakabilir.